Bilgi ve sipariş tel : 0.242.343 31 22 - 0.532.625 84 15
Ana Sayfa Hakkımızda Kapak Modelleri Renk Kartelası Uygulama Modelleri Referanslarımız Galeri Sık Sorulan Sorular Antalya İletişim
ANTİK KENTLER

Antalya'da bulunan çok sayıda cami, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin güzel örnekleri olarak ziyaretçilerini beklemektedir.

Aperlai

Kale köyünden deniz motoru ile Sıçak iskelesine gidilirse Aperlai kenti kalıntılarına ulaşılır.

Burada bulunan Likya dili ile yazılmış sikkeler ve İÖ 5 v 4. yy.'a ait bazı eserler, bu kentinde bir Likya kenti olduğunu gösterir.

Bugün Aperlai'de kenti sara surların ve kulelerin dışındaki bütün kalıntılar Bizans ile sonrası devirlere aittir. Ayrıca Likya tipi lahitler de görülecek eserler arasındadır.

 

Letoon

Xanthos kentinin karşısında Eşen Çayı'nın sağ tarafında Bozoluk denilen yerde Apollon ve Artemis'in annesi Likyalılann Ana Tanrıçası Leto onuruna kurulmuş ufak bir yerleşim yeridir.

Burası, Likya halkının federe dini merkezi ve dinlenme kutsal alanı idi. Letoon, ya da Leto tapınağı, 1841 yılında, bir İngiliz deniz subayı Hoskya tarafından ortaya çıkarılmıştır.

1962'den beri sürdürülen kazılarda İÖ 6. yy'dan kalma eserler bulunmuş ve Artemis, Apollon ve Leto'ya ait üç tapınak ortaya çıkarılmıştır. Bunların yanında Roma döneminde IS 1. ve 2. yy'da değiştirilip genişletilen Helenistik portik vardır. Ayrıca Leto tapınağında 1973 yılında bulunan üç dille yazılmış İÖ 4. yy'a ait kitabe Letoon'un işlevi hakkında detaylı bir bilgi vermektedir.

Kitabenin bir yüzünde Aramice, diğer yüzünde ise Grekçe ve Likçe yazıtlar yer almıştır. Likya dilindeki yazılarda, "Karya ve Likya satrabı olarak Pixodares'in İÖ 358'de ilk kez yönettiğini, Hekotomnid sülalesi ile Likyalılar arasında iyi ilişkiler kurduğunu, Likya'ya Archon ve Xanthos'a vali gibi memuriyetlere adamlarını tayin etiğini" yazmaktadır. Diğer bir yazıt da Büyük iskender'in Letoon'a ziyaretini anlatır.

Yeraltı su seviyesinin yüksek olması, kazıları zorlaştırdığı gibi, kazılan bölgelerin bir süre sonra tekrar su altında kalmasına engel olunamamaktadır. Sahnesi olmayan oldukça büyük grek planlı bir tiyatro, Leto, Apollon, Artemis tapınakları ile seller nedeniyle toprakla dolmuş nympheum ve agora kentin görülecek yegâne eserleridir.

Latin şair Ovidius'un anlattığı bir efsaneye göre, Zeus'tan hamile kalan tanrıça Leto, çocukları, ikiz tanrı Artemis ve Apollon'u Delos'ta doğurur. Sonra Xanthos nehrinin denize ulaştığı yere gelip, nehir boyunca kaynağa vanncaya dek yürür. Kaynakta çocuklannı yıkamak isteyen, ama yerli halk tarafından engellenen tanrıça, yöre halkını kurbağaya çevirerek intikamını alır. İşte Leto tapınağı insanlann kurbağaya çevrildikleri bu yerde tanrıça Leto adına yaptırılmıştır. Bu tapınaklann altında İÖ 5. yy sonuna ait, temelleri görünen daha eski bir tapınak daha bulunmaktadır.

 

Tlos

Fethiye'ye 25 km uzaklıktaki bu antik kente Fethiye-Antalya yol ayrımı olan Kemer'den Düvere (Kale-Asar) gidilerek ulaşılır.

Likya dilinde adı Tlava olan kentin tarihi hakkında bilgiler sikke ve yazıtlardan elde edilebilmiştir. Benndorf, Tlos'ta bulunan bir mezardaki kabartmanın İÖ 5. yy'a ait olduğunu ileri sürer. İÖ 4. yy'da basılan sikkelerde kentin adı Likya dilinde yer alır. İS 2. yy'da devrin zenginleri olan Rhodiapolisli Opramoas ve diğer Likyalı zengin Oinoandalı Licinnius Langus'tan yardım aldığı yazılı kaynaklarda geçmektedir.

Bizans devrinde de adından sık sık bahsedilen Tlos'un akropolündeki kalede, 19.yy'da Ali Ağa isimli bir derebeyi hüküm sürmüştür. Akropolün doğu tarafında Likya dönemine ait bir sur, Likya dilinde yazıtlı mezarlar, Roma devri surları, stadyum, hamam, büyük bir Bizans kilisesi ve agora kalıntıları ilk dikkati çeken eserlerdir.

Oturma kademeleri oldukça sağlam, süslü sahne binası ise harap olan tiyatrodan başka, Likya yazıtlı Izraza anıtı ile Roma çağından kalan ve eski yüksekliğini koruyan bir kule Tlos antik kentinin ilginç eserleri arasında sayılabilir.

 

Sidyma

Yine Fethiye yolundan sapılarak 7 km kadar gidildiğinde, antik Sidyma kenti, şimdiki Dodurga köyünün bulunduğu yerde yer almaktadır.

Kentin ne zaman kurulduğu hakkında bilgiler bugün elimizde yoktur. Ancak kentin Roma ve Bizans devirlerinde gelişme gösterdiği kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Kentin akropolünde birkaç sarnıç ve bina kalıntısı olmasına karşılık, akropolün kuzey eteği ve vadideki kalıntılar arasında mermerden yazıtlı bir mezar, bir tapınak, hamam ve birkaç basamağı ancak görülebilen bir tiyatro dikkati çeker.
Köyün bulunduğu tarlalar arasında görülen birçok lahit arasında iki heroon görülebilecek eserler arasındadır.

 

Pinara

Xanthos'tan sonra Fethiye yoluna devam eder ve Pinara yazılı levhadan sola dönüp 5 km daha giderseniz Pinara köyüne ulaşırsınız. Köyden antik kente yaya olarak çıkılır.

Kentin Likya dilinde adı, yuvarlakça anlamına gelen Pinale sözcüğünden kaynaklanmaktadır. Yapılan yüzeysel araştırmalar, Pinara'nın Xanthoslular tarafından kurulduğunu ve üç oy hakkına sahip altı kentten biri olduğunu gösterin ektedir. Kariya Kralı Piksodaros'a İÖ 340-334 yılları arasında bağlı olduğu, burada bulunan bir yazıttan anlaşılmaktadır. Diğer antik kentler gibi İÖ 334'te Büyük İskender tarafından ele geçirilen kentin gümüş ve bronzdan birlik tipinde bastığı sikkeler İÖ 168-81 yılları arasına tarihlenir.

Kentin akropolüne, güney tarafından kayaya oyulmuş merdivenli patikadan çıkmak gerekir. Surla çevrili olan kısımda surlar ve Bizans çağı eserleri görülür. Pinara'nın resmi ve özel yapılarının da birçoğu burada toplanmıştır. Dik bir kayalık yamacında yer alan yüzlerce kaya mezarı ve güney akropolünde tiyatro, odeon, tapınak ve hamam kalıntıları ilgi çeker. Tiyatro İS 2.yy'a ait olup 27 oturma basamağından oluşmaktadır.

 

Trissa

Antalya civarında Çakal bayırının 5 km. güneybatısında Kelbaş köyü civarında bulunan eski bir kenttir.

1881 ve 1882 yıllarında yapılan araştırmalarda 10. yüzyıla ait bir mezar abidesi bulunmuştur. Bunun üzerindeki kabartmalar Libyalılar’la, araya çıkmış bir ordu arasındaki bir meydan muharebesini tasvir etmektedir. Bundan başka pişmiş topraktan vazolar ile birçok heykelcik, çeşitli tunç ve mermer eserler bulunmuştur. Bulunan eserlerin üçte ikisi Viyana Müzesi’ne verilmiştir.

Mezar Abidesi’ndeki kabartmalar “Trissa Kahramanları Kabartması” ismiyle Viyana Müzesi’nde sergilenmektedir. Trissa’da bulunmuş Helenistik devirden diğer bir lahit de o sıralarda İstanbul Müzesi’ne nakledilmiştir.

 

Trebenna

1885’te Petersen ve V. Luschan tarafından burada bulunan bir yazıt ile yeri belirlenen ve ilkçağda Pamfilya ile Likya arasındaki sınırda bulunan Trebenna, Antalya’ya 30 kilometre uzaklıktaki Geyikbayırı’nın güneydoğusunda, Likya-Pamfilya sınırında yer almaktadır.

Trebenna, Termessos’un da 15 km. kadar güneydoğusundadır. Trebenna’ya ulaşmak için Antalya’nın 19 km. batısındaki Çakırlar üzerinden 10 km. kadar daha gidildiğinde bugün Antalya’nın yazlıklarının bulunduğu ve (İtalyanlar tarafından 1919’da Ouarzi Bair olarak adlandırılan) 650 m. rakımlı Karcı Bayır denen ve kalıntıların 2 km. güneyindeki Çağlarca köyünden bu yere ulaşılır.

Antik kentin akropolü çevresinde birçok Likya tipi lahitler yer almaktadır. Kentin hemen altında Antalya’dan bakıldığında dikkati çeken Sivri Dağ bulunmaktadır. Buradan Antalya Ovası’nın eşsiz bir görünümü vardır. Burada bulunan ve tam tarihlenemeyen bir yazıta göre Trebenna 3 yy’ın sonlarına doğru bir Roma kolonisi ve daha sonra da bir piskoposluk merkeziydi.

Yazıtlarda Onobara adlı kasabanın Trebenna’ya bağlı olduğu yazılıdır. Gedeller köyü yakınında olan Onobara’daki bir mezar yazıtı, mezar soyguncularından alınacak tazminatın Trebenna kentine gelir yazılacağını bildirir.

Antik kentin akropolisi Antalya Ovası’na egemen bir tepe üstündedir. Bu tepe Bizans çağında bir kale haline getirilmiş ve etrafı bir sur ile çevrilmiştir Kalenin eteğinde orman yolunun kenarında ilkçağ kentinin kalıntıları görülür. Bunların içinde en iyi durumda olanı küçük bir toplantı binası (Ekkiesiasterion)’dur. Bu binanın cephesinde yarım yuvarlak bitişik payeler vardır. İçinde ise bir niş yapılmıştır. Çevrede çalılar ağaçlar arasına gömülmüş kesme taştan birçok yapı kalıntısı ve geniş bir akropolde birçok lahit dikkati çeker. Aşağı kentte nekropolün bir bölümünde bir dizi halinde sıralanan lahitler, Bizans çağında akropoldeki kaleye ait bir bastionaya temel olarak kullanılmıştır.

Akropolün yamacına yaslanmış “Ekklesiasterion”un yukarısında kuzey duvarı ve batı tarafı kısmen doğal kayadan yontulmuş küçük bir Bizans şapeli vardır. Güney cephe tamamen yıkılmış olmakla beraber apsis durmaktadır. İçinde görülen birtakım fresklerde atlı Hagios, Georgios (Aya Yorgi), başındaki taçla bir Bizans İmparatoru gibi tasvir edilmiştir. Diğer duvarlarda da freskler görülür. Bir tanesinin yanı başında yer alan Kyrillos yazısından, Kudüs Patriği Aziz Kyrillos’un (315-386) tasvir edildiği anlaşılmaktadır.

Şapelin yakınında 92 cm. çapında ve 25 cm. kalınlığında güzel bir değirmen taşı ve doğuda Bizans devrinde antik devşirme taşlarla yapılan kalenin girişi bulunmaktadır. Kapının iki yanında iki haç rölyefi ve kapının iç tarafında ve tam karşısında kaya içine oyulmuş güzel bir mezar odası görülür. Akropolün tepesindeki düzlük Bizans çağının ev kalıntıları ile kaplıdır. Burada da bir kilisenin izleri görülür. Çok harap durumdaki bu yapının apsis kalıntısından büyük bir kilise olduğu anlaşılmaktadır. Eski gezginlerce belirtilen akropoldeki mozaik kalıntılarının yeri bugün tamamen kaybolmuştur.

 

Syedra

Alanya-Gazipaşa karayolunun yaklaşık 20. km.’sinde Seki köyü içerisindedir.

Kente, batıda halen ayakta olan anıtsal kapıdan girilir. Kentte, antik çağdan günümüze değin kullanılan, içleri sıvalı doğal kaynaktan beslenen sarnıçlar vardır. Kentin su gereksinimi çok sayıdaki diğer sarnıçlarlar da karşılanmaktadır.

Kent içindeki bir mağarada, doğal kayaya oyulmuş nişin çevresi freskolarla süslenmiştir. Mağara dinsel amaçla kullanılmış ve vaftiz mağarası olarak bilinmektedir. Kentin doğusunda çok görkemli bir yapı kalıntısı olan hamam ile karşılaşıyoruz. Zemininde yer yer mozaik kalıntıları görülmektedir.

Hamamın hemen batısında kuzey-güney doğrultusunda, kentin sütunlu caddesi uzanmaktadır. Caddenin kuzeyindeki duvarda nişler yapılmıştır. 1994 yılından bu yana Alanya Müze Müdürlüğü'nce yapılan kazılar sonucunda, sütunlu caddenin, 250x10 metre boyutlarında ve kuzeyi sütunların taşıdığı ahşap çatı ile kapalı, güneyi taş döşemeli açık yol şeklinde olduğu ortaya çıkarılmıştır.

Kentin önemi, oyun ve yarışlarla ilgili bilgiler içeren birçok yazıtın kalıntıları arasında yer almasıdır. Kentteki diğer önemli yapılar; tapınak, tiyatro, dükkanlar, evler ve kent surlarıdır. Kazılar sonucunda kent tarihinin İ.Ö. 7. yüzyıldan İ.S. 13. yüzyıla kadar uzandığı belirlenmiştir.

 

Sellinous

Alanya'ya yaklaşık 45 km. uzaklıkta bulunan Gazipaşa ilçesinin 3 km. güneyindedir.

Sahildeki Sellinous harabeleri genellikle Roma devrinden kalmadır. İ.S. 117 yılında Yahudilerin ayaklanmasını bastırmaya giderken Sellinous’ta ölen Roma İmparatoru Trajan’ın sanatsal mezarı, kalıntılar içinde en önemlisidir. Gazipaşa çevresi mağaralar yönünden de ilgi çekicidir.

Antik Sellinous kenti, Gazipaşa ilçe sınırları içerisinde Gazipaşa Plajı’nın bulunduğu Hacımusa Çayırı’nın güneybatısındaki denize dirsek gibi uzanan bir tepenin üzerinde ve yamaçlarında yer alır. Kentin akropolü tepeye kurulmuştur. Ayrıca bu tepe üzerinde, bir Ortaçağ kalesi de yer almaktadır. Kalenin sur duvarları ve kuleleri oldukça iyi korunmuştur. Akropol içerisindeki, kilise ve sarnıç günümüze kadar gelebilmiş önemli yapılardandır.

Sellinous kentinin diğer yapıları sahilde ve yamaçta yer almaktadır. Bu yapılar arasında, hamamlar, agora, İslami yapı (köşk), su kemerleri ve nekropol alanını sayabiliriz. Roma imparatorlarından Trajan’ın bu kentte ölmesi, kentin adının bir süre bu adla anılmasına neden olmuştur.

Kentin büyük hamamı, Kilikya bölgesinin diğer kentlerindeki hamamlar ile benzerdir. Nekropolündeki anıtsal mezar anılmaya değer olup, Alanya Müzesi’ndeki ostoteklerin çoğunluğu Sellinous nekropolünden getirilmiş olup, burada ostotek atölyesinin varlığını düşündürmektedir.

 

Pednelissos

Serik ilçesinin Gebiz bucağının kuzeyindeki Hasgebe köyü yakınlarındaki bu kent, Kana-Pisidia sınır bölgesinde yer almaktadır.

Kentin adındaki “ss” soneki, tarihinin İ.Ö. 3000’e kadar indiğini gösterir. Polybios, Selge ile Pednelissos kentleri arasında bir savaştan söz eder ve bu savaşta Pednelissos kentinin haksız yere Selge’nin saldırısına uğradığını yazar.

Strabon ise, Pednelissos’u Pisidia bölgesi kentleri arasında sayar. Roma İmparatorluğu çağında İmparator Trajanus’tan başlayarak Gallienus’a kadar basımına devam edilmiş olan kent sikkeleri vardır. Bu sikkeler üzerinde Zeus, Apollon, Nemesis, Tyche, Dioskuros’lar ve Artemis Pergaia gibi betimlemeler bulunur. Kilise listelerinde Pednelissos, Perge başkanlığında Pamphylia bölgesi sınırları içindeki kentler arasında sayılır.

 

Onobaro

Kentin, Çakırlar mahallesi güneybatısındaki Hisarçandırı yöresinde olduğu ve kalıntıların bulunduğu alana yöre halkınca "Asarlık" denildiğini biliyoruz.

Onobaro kenti, antik dönemde Trebenna'ya bağlı bir kale kent özelliğinde idi. Trebenna'nın karşılaşacağı düşman saldırılarına karşı bir ön karakol şeklinde inşa edilmiştir. Anlaşılacağı üzere düşman saldırılarına karşı konulamayacak durumlarda askerler daha yukarıda bir akropol kent şeklindeki son müdafaa yeri Trebenna'ya geri çekilmekteydiler. Kentin adı Luwi orjinalinde “Anawaura” olup "Büyük Yamaç" anlamındadır.

 

Olbia

Bu antik kentin yeri konusunda birçok görüş ortaya atılmıştır. Strabo, Olbia’yı “Pamfilya’nın başlangıcı” ve “Likya’nın güney ucundan 66 km. içerde” olarak tarif etmektedir. Bu anlatıma göre Kurma köyü civarında bulunan kent kalıntıları şimdilik Olbia olarak kabul edilmektedir.

Olbia’nın, Konyaaltı Plajı’nın biraz ötesinde Arapsuyu'nun denize karıştığı deniz sahilinden 500 metre kadar kuzeyde, falez üzerinde kurulmuş olduğu kabul edilmektedir. Burada çeşitli bina temellerine ve eski bir köprü kalıntısına rastlanmaktadır ki, bunun eski Olbia ile ilgili olduğu iddiaları son zamanlarda çeşitli evraklarca kabul edilmektedir

Olbia, İ.Ö. 4 yy’da Pseudo-Skylax ve Aristoteles tarafından söz konusu edilmiştir. Olbia’nın kurduğu koloni kenti Kadrema hakkında günümüze ulaşan herhangi bir bilgi henüz yoktur. Ancak Olbia’nın diğer kentlerde olduğu gibi sikke basımı yaptığı biliniyor.

Olbia’nın, Kral II. Attalos’un Antalya kentini kurmasıyla terk edildiği sanılıyor. Çünkü burada bir piskoposluğun varlığı, bu kentin tamamen terk edilmediğini göstermektedir.

Strabo’nun “Heybetli Kale” olarak belirttiği yer ise, tam Hurma Köyü’nün yanında, o yörenin halkı tarafından “Kiliseler” olarak isimlendirilen yer olsa gerektir. Küçük bir köy olan bu yer, Strabo’nun verdiği uzaklıklara da uymaktadır. Burada da çeşitli bina kalıntılarına ve Likya tipi lahitlere rastlanmaktadır. Burası olsa olsa Spratt’ın da düşündüğü gibi Olbia tarafından kurulmuş olan koloni “Drema” olabilir.

 

Nephelis

Çok bulutlu anlamına gelen bu kentin az sayıda kalıntısı mevcuttur ve tarihi hakkında yeterli bir bilgi yoktur.

Kente Gazipaşa-Anamur yolunun 12 km.’sinden sonra Muz köyünden güneye sapan 6 km.’lik toprak bir yolla ulaşılmaktadır.

Güneyini deniz ve dik kayalıkların oluşturduğu Nephelis’in ayakta kalabilmiş yapıları Roma ve Bizans dönemlerine ait agora, akropol, kent surları, bir Ortaçağ kalesi, tapınak, odeon sulama sistemi ve nekropol alanlarıdır.

Alanya Müzesi’ndeki bu kente ait yazıtlardan birisi Bizans İmparatoru Zenon’a övgüler içermekte, bu imparatorun kent için yardımlarından bahsetmektedir. Kent halkı ve danışma meclisi tarafından dikilmiş ikinci yazıtta ise, Kilikya Valisi Cornelius Dexter’in adı geçmektedir.

 

Magydos (Karpuzkaldıran)

Lara Plajı batısında, bugün askeri dinlenme tesislerinin bulunduğu Karpuzkaldıran Plajı’nda eski bir kent olup, bazı rıhtım kalıntıları, liman ve tesisleri ile ilgili oldukları anlaşılan kalıntılara rastlanmıştır.

Bunların gerisinde küçük bir kente ait olan bina kalıntıları bugün askeri dinlenme tesis binaları altında kalmıştır. Kalıntıları bugün hemen hemen kaybolmuş gibidir. 1960’lı yıllara kadar burada birtakım rıhtım kalıntıları, liman ve tesisleri oldukları anlaşılan yapılar ve bunların gerisinde orta derecede kente ait bina izlerine rastlanmaktaydı.

 

Lirboten Kome

Antalya kent merkezine 15 km. kadar kuzeyde, Varsak kasabası civarında bulunan bu yer, Antik devirde Perge’ye bağlı bir köydü.

Pamfilya ovasının ikinci terasının kenarında, kayalardan oluşan doğal bir surla çevrilmiş, çukurca bir alanda kurulmuş olan Lirboten Kome kentinin ana girişini kalıntıların güneydoğu tarafındaki çöküntü meydana getirmektedir. Her tarafı çalılar bürümüş olduğundan harabe içinde dolaşmak biraz yorucudur.

Burada görülebilecek başlıca eserler arasında, Roma İmparatorluğu devrinin ilk yüzyılına ait bir kule, olasılıkla 5. yy’a ait iki kilise ve varlığı İ.S. 2. yy’a kadar uzanan mezarlardır.

Kiliseler zaman zaman birçok değişiklikler geçirmiş ve uzun süre kullanılmıştır. Birincisi üç nefli bir bazilika olup, alt tarafındaki izlerden anlaşıldığı üzere, semerdam şeklinde bir çatı ile örtülü idi. İkinci kilisenin ise yine üç nefli bir bazilika olduğu anlaşılıyor. Kilisenin avlusunda (Atrium) direkli galeri kalıntıları göze çarpar. Önemli bir eser de kapağında kör bir karı-kocayı tasvir eden mezar anıtıdır. Yazıtı, mezarın İ.S. 2. yy’a ait olduğunu göstermektedir.
Mezarların çoğunluğunu köşeleri akroterli, semerdam şeklinde kapakları olan ve sanduka kısmı kayalardan oyulmuş mezarlar oluşturmuştur.

Antik Katarraktes (Düden Çayı) burada iki defa meydana çıkar, Yukarı Düden’e kayalara oyulmuş basamaklarla, Aşağı Düden’e ise bir rampa ile inilir. Bu rampa üzerinde araba tekerleklerinin bıraktığı derin oyuntular hala görülür. Bugün olduğu gibi ilk çağlarda da köyün suyu bu düdenlerden sağlanmıştır.

Düden’in burada meydana getirdiği şelale görülmeye değer olduğu kadar, Büyük İskender’in Perge’den Termessos’a geçerken, Aspendos’tan haraç olarak aldığı atlarını burada suladığına dair rivayetler nedeniyle büyük bir tarihi önem taşımaktadır. İskender’e izafeten bu Varsak’taki şelaleye “İskender Şelalesi” de denir. Bu Şelale çevresinde Lirboten Kome kentine ait bir güneş kursu, zeytin sıkmaya yarayan değirmen taşı ve birkaç kaya mezarı görülebilmektedir.

 

Leatres

Gazipaşa yolu üstünde, Alanya’dan 9 km. ileridedir.

Mahmutlar sapağından girildikten sonra Hadım yoluna sapılır ve 10 km. daha gidilir. Buradan sonra oldukça zor gezilebilen ören yerine yürüyerek varılır. Alanya’dan ya da Mahmutlar’dan bir rehber alınması, gidişi kolaylaştıracaktır. Tepenin üzerinde kalıntılar vardır. Bu tepenin kuzeydoğu eteğinde Kozyaka/Kuzyaka köyü bulunmaktadır.

Ören yerinde “Yedi Kapılı Ev” (muhtemelen bir tapınak), yıkık durumda tiyatro, agora, Bizans döneminde bazilikaya çevrildiği anlaşılan bir yapı, Zeus Magistos tapınağı vardır.

 

Korydalla

Antalya'dan Finike istikametine doğru sahil yolu takip edildiğinde, 90 km.'de Kumluca'ya ulaşılıyor.

Kumluca, bugün aynı isimli ova üzerinde portakal bahçeleri ve seracığı ile ünlü bir ilçedir. Antik kent, Kumluca'nın su deposunun üzerinde yer aldığı tepe ile bunun kuzeyinde diğer bir tepe arasına yayılmıştır.

Antik kentin isminin, her ne kadar halen çağrışım yapsa da kökenin Likya dili, aslında "Korydalla" yani Doruk Hisarcığı olduğu bilinmektedir. Nitekim antik kentin kalıntıları alçak bir tepeciğin üzerindedir. Likya dilinde bir kitabesi bulunan Korydalla'nın tarihini büyük ölçüde Rhodiapolis ile incelemek gerekir. Kentin Likya Birliği’ne atıldığı ve Rhodiapolis ile birlikte temsil edildiği bilinmektedir.

M.Ö. 5. yy.'da Pers ordularına yol gösteren casus Korydallas bu kentin bir ferdiydi. Roma döneminde varlığını sürdüren kent, ancak Bizans ve Geç Bizans çağında gelişme göstermiştir. Zamanla kıyı kentlere doğru gerçekleşen göçler nedeniyle terk edilen antik kentin, bulunduğu yöreye 11. yy.'ın sonlarına doğru Tekeoğulları Türk boyu gelmiş ve kalıntıların yakınındaki verimli ve kumlu olan alüvyon özellikli ova üzerinde Kumluca yerleşim birimini kurmuşlardır.

Fakir ve yaşlı bir köylü kadının keçisinin ayağının takılması ile ortaya çıkan, arkeoloji literatüründe "Kumluca Definesi" olarak geçen altın ve gümüş kilise eşyalarının Korydalla'nın geç Bizans devrini yansıtması, maddi yönü ve bilimsel değeri çok yüksek olması nedeniyle dünyaca önemlidir. Bu eserlerin tümünün çıkarılması, antikacıların hücumu ve çok değerli büyük bir kısmının Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçırılışı nedeniyle definenin çok az bir kısmı Antalya Müzesi'nde sergilenmiştir. Bugün harap ve yok olmuş durumdaki antik kentin seçilebilen tek eseri kente su getiren Aguaduk'dur.

 

Hemaxia (Sinek Kalesi)

Alanya’nın 7 km. batısında yer alır.

Antalya karayolundan Elikesik köyü yönüne sapıldıktan sonra, stabilize bir yoldan 4 km., daha sonra da 3 km.’lik toprak bir yoldan gidildikten sonra çevresinde harabeler bulunan bir köye gelinir. Burada harabeler yanındaki küçük tepeciğin üzerine çıkarsanız, güzel bir manzarayı da görmüş olursunuz.

 

Eudokias

Adı hala bilim adamlarınca çekince ile kabul edilen bu kent, Düzlerçamı Orman Parkı’nın hemen yanında Yukarı Karaman köyü içindeki çevreye dağılmış bir şekilde yer almaktadır.

Termessoslular tarafından kurulan bu kentte çeşitli tapınak kalıntıları, heykel, friz parçacıkları adeta sağa sola saçılmış durumdadır. Kent içinde düzgün ve hala bugün köy halkı tarafından kullanılan su kanalları vardır.

Eserlerden çoğunluğu gün geçtikçe artan köy nüfusunun konut ihtiyacını karşılamak için temel duvarlarına karışmaktadır. Olbia kenti gibi bu kentin halkı da İ.Ö. 148 yılında Antalya kentinin kurulması üzerine yavaş yavaş Antalya’ya göçmüş, kentin nüfusu oldukça azalmıştır.

Selçuklular zamanında burası bir sayfiye yeri olarak kullanıldığı için tekrar canlanmaya başlamıştır. Burasının Ortaçağ’da da bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını bulunan eserlerden ve ‘Uzunkuyu” denilen sarnıçtan anlıyoruz.

 

Etenna

Manavgat'tan kuzey-batı yönünde hareket edildiğinde Oymapınar'a gelmeden Salur köyüne varıldıktan sonra 16 km.'lik bir yolculukla Sırt köyü yerleşim birimi içerisinde bulunan Etenna antik kenti kalıntılarına gelinir.

Pamfilya özelliğinden ziyade, kalıntılar diğer kıyı Antik kentlerine göre bir Pisidya kenti özelliği taşımaktadır. Bu akropol kent bugün yöre halkınca "Dedekalesi" olarak isimlendirilmiştir.

Kentin tarihi hakkında pek fazla bilgi olmamasına rağmen çevredeki diğer Akropol kentler ile aynı tarih ve kaderi paylaştığı sanılmaktadır. Manavgat'tan 31 km. uzakta denizden 900 m. yüksekte kurulu Etenna antik kentinde, çam ormanları içerisinde bulunan Antik kalıntıların içinde ilk dikkati çeken, kenti çevreleyen şehir surlarıdır. Kuzey tarafından çift sıra yapılmış olan surlar, güney yanında bir iç surla desteklenmekte olup, ana giriş kapısı kuzey yanındadır.

Temelinde büyük oranda kayalar üzerinde yükselen, üç tarafı derin vadilerle çevrili kartal yuvası şeklinde bir tepe üzerinde kurulu kentin, surlarının üzerinde belirli noktalarında inşa edildiği anlaşılmaktadır.

Kuzeydeki ana giriş kapısından kente girdiğinde ilk dikkati çeken flaster taşlarla kaplı antik yol olup bu yol bizi önce çok sayıda kaya mezarlarının bulunduğu Nekropol'e götürür. Keskin bir yamaçtaki kayalarla oyulmuş dörtgen kapılı bu kaya mezarlarının büyük bir kısmı tek bir kişiye ait olmasına rağmen aralarında aile mezarları da görülür.

Kente, agora alanından doğuya doğru gidildiğinde ise şehir surlarının dibinde Bizans döneminde inşa edildiği anlaşılan ve aynı zamanda mahkeme salonu olarak kullanılmış olan dörtgen planlı bir bazilika bulunur.

 

Colybrassus (Ayasofya)

Gündoğmuş ilçesi Güzelbağ kasabası Bayırkozağacı köyü sınırları içindedir. Alanya'ya yaklaşık 30 km. uzaklıktadır.

Günümüze kadar gelebilen önemli kalıntılar olarak; oldukça iyi bir işçilik gösteren ve köşe başlığı iyon tarzında olan tapınağı ile nekropolündeki lahitleri ve doğal oyulmuş kaya mezarını sayabiliriz. Kaya mezarının cephesi anıtsal nitelikte olup, 18 basamaklı merdiven ile ulaşılmaktadır. Mezar odası tek mekandan oluşmakta ve girişin üstü basık kemer şeklinde yontulmuş, içi medusa başı ile süslenmiş, iki yanı ise kartal motifleri ile bezenmiştir.

Çevreye dağılmış durumda çok sayıda yazıt, kentin tarihine ışık tutacak önemli bilgiler içermektedir. Kalıntılar Roma ve Bizans dönemi özellikleri göstermektedir.

 

Aunesis

Alanya’nın 25 km. doğusunda, Alanya-Antalya karayolunun deniz kenarında kurulmuş olan bu kent, tersaneleri ile ün kazanmıştı.

Kentin kalıntıları, liman kenarında birkaç bina yıkıntısı ile, yol üzerinde su yolu olduğu anlaşılan bir duvar kalıntısıdır.

 

Ariassos

Antalya kıyısını kuzeydeki Anadolu platosuna bağlayan boğaz olan 924 m. yükseklikteki Çubuk Beli’nin batısında, Akkoç köyüne 1 km. mesafede Ariassos antik kentinin kalıntıları bulunmaktadır. Kentin Antalya'ya uzaklığı 45 km.'dir.

Kent, diğer Pisidya kentleri gibi M.Ö. 3000'li yıllarda kuzeyden göçen İskitler içerisindeki Etrüsk boyları tarafından kurulmuştur.


Diğer Pisidya kentleri ile birlik içerisinde olan Ariassos, konumu itibariyle Antalya ovasını Anadolu platosuna bağlayan yol üzerinde bulunması nedeniyle geçiş ücreti ve haraç ile yaşamıştır. Kentte antik dönemde; bağcılık, şarapçılık ve zeytinyağı üretiminin yapıldığı anlaşılmaktadır. Kentin geç Roma döneminde yaşadığı deprem neticesi yıkıldığı ve bu nedenle terk edildiği sanılmaktadır.

 

Kentte bugün Roma döneminde yapılmış üç kemerle bir giriş kapısından başka hiçbir yapı ayakta olmayıp tamamen yıkılmış durumdadır. 50 m. yüksekliğinde olan kemerli kapının hemen arkasındaki doğudaki yamaçta bir gymnasion ile bir yazılı taş görülmektedir.

 

Antiochia (Kragos)

Gazipaşa ilçesindeki antik kentin tarihi hakkında yeterli bilgi yoktur.

Denize hakim bir tepede bulunan Akropolis’e çıkan dik yamaçta bir mermerden kapı kalıntıları bulunmuştur. Limandan surlara çıkan merdiven basamakları bugün de az çok seçilmektedir. Tapınak kalıntıları, agora, heykel kalıntıları ve nekropol kentin ilginç yerleridir.

 

Antiocheia

Gazipaşa ilçesine 18 km. uzaklıktaki Güneyköyü sınırları içerisindedir.

Antik çağda “Dağlık Kilikya” olarak bilinen bölge sınırları içinde kalmaktadır. Kentin adı Kommagene Kralı 4. Antiochus'dan gelmektedir. Kalıntılar, üç yükselti üzerinde toplanmıştır. Birinci bölüm sütunlu cadde, agora, hamam, zafertakı ve kilisenin bulunduğu kesimdir. İkinci bölüm, Kilikya bölgesine özgü mezar yapıların bulunduğu nekropol alanı, üçüncü bölüm ise batıda denize uzanan, sarp kayalıklar üzerine yapılmış kale kalıntılarıdır. Kentin kuzeyinde, halen mimari elemanları görülebilen bir tapınak kalıntısı mevcuttur. Kentin merkezinde "Triconchos" adı verilen üç duvarı apsis şeklinde dini işlevi olan bir yapı yer alır. Kalıntılar Bizans Ortaçağ dönemine tarihlendirilmektedir.

 

Adanda-Lamos

Antik kent, Gazipaşa ilçe merkezinin 15 km. kuzeydoğusunda bulunur.

Adanda köyünün 2 km. kuzeyinde, yüksek ve sarp bir dağ üzerinde yer alan ve adı “Ana Tanrıça Tapınıcısı” anlamına gelen kentte; surlar ve giriş kapısının güneyinde büyük bir kule görülmektedir. Agora, doğal kayaya oyulmuş çeşme, iki tapınak ve nekropolündeki blok taşların oyulması ile yapılmış yekpare lahitler dikkati çeken eserlerdir.

Geç Roma döneminde Lamotis olarak adlandırılan bölgenin başkenti olan kentin, en görkemli dönemini Gallienus zamanında geçirmiş olduğu varsayılmaktadır.

 

Teimiussa (Üçağız)

Antalya yönünden Kaş'a 18 km. kala güneye ayrılan yaklaşık yarım saatlik yoldan Üçağız Köyü’ne ulaşılır.

Günümüz köy yerleşimi, Teimiussa olarak adlandırılan küçük bir Likya liman kenti üzerine oturmaktadır. Köye, Kaş veya Finike yönünden teknelerle ulaşılabilir. Yerleşim yeri olan Kekova doğal ve arkeolojik sit kapsamında korunan yörelerden biridir. Likya yazıtlı mezarların bulunması en az İ.Ö. 4. yy. öncesi yerleşimine işaret eder. Teimiussa'da görülebilecek antik kalıntı olarak bol miktarda mezar ile kıyıdaki yol ve rıhtım sayılabilir.

 

Simena (Kaleköy)

Sağlam kalesiyle eşsiz bir görünüme sahip olan Simena adından ilk kez tarihçi Rinius (İ.S. 2. yy) bahsetmektedir.

Karayoluyla bağlantısı olmayıp genellikle Çayağzı'ndan deniz yoluyla ulaşım sağlanabilmektedir.

Kalenin kuzeyinde kaya mezarlarında görülen Likya dilindeki yazıtlar, şehrin eksikliğini gösterirler. Likya birlik kentlerinden biri olduğu ve bağımsızlığı, sikkelerinden anlaşılmaktadır.

Kıyıdaki Likya tipi lahitler mendirek ve yapı kalıntıları ile İmparator Vespasian'a ithaf edilmiş hamam, kaleden rahatlıkla izlenebilir. Kale içinde kayaya oyulmuş küçük bir tiyatro bölgenin en ilginç kalıntısıdır. Kalenin kuzeyinde ise oldukça geniş bir alana yayılmış olan mezarlık bölgesi uzanmaktadır.

 

Andriake (Çayağzı)

Demre kent merkezinden nehir boyunca uzanan asfalt yol, 5 km. sonra deniz kenarındaki Çayağzı mevkiine ulaşır.

Çayağzı, yörenin en güzel plajı ve Kekova turu yapacak teknelerin barınak yeri olmasının yanında Myra'nın Akdeniz'e açılan kapısı Andriake'ye de ev sahipliği yapar. Likya'nın en önemli limanlarından biri olan Andriake'de günümüz kalıntıları, bugün bataklık ve sazlık olan antik limanın iki yanında yer alır. Genellikle Roma ve Bizans dönemi kalıntıları arasında Hadrian döneminde (İ.S. 117-138) yapılmış tahıl ambarı (Granarium), bölgenin ayakta kalmış en anıtsal yapısı olma özelliğini korumaktadır.

 

Sillyon

Sillyon; Helenistik, Helenistik öncesi; Yunan, Roma, Bizans ve Selçuklu devirlerini yaşadığı kalıntılarından anlaşılan, tarihi hakkında az şey bilinen bir kenttir.

Perge'yi 10 km. kadar Side yönünde geçince solda, yoldan 5 km. içerde, 80-90 m. yüksekliğiyle Antalya Ovası'na hakim 160–200 rakımlar arasında değişen genişçe bir plato görürsünüz. İşte Sillyon Antik Kenti bu plato üzerinde kurulmuştur.

Büyük İskender tarafından başarısız bir saldırı gördüğü bilinen bu kente ait kalıntılar, tepe üzerindeki platformda ve meylin hafif olduğu batı yamacında bulunmaktadır.

Kentin, Perge ile yaşıt olduğu ileri sürülmekte olup, kentin batı yamacında Helenistik devre ait oldukları anlaşılan ve itinalı bir taş işçiliği gösteren surlar, kuleler, bastiyonlar, kapılar ve kente ulaşan patikalar görülür. Kentin anayolu üzerinde bölgenin kaya taşlarından gayet güzel taş işçiliğini gösteren ve sol tarafta yer alan, Helenistik devre tarihlenen bir duvarın en dikkate değer yönü bir sıra halindeki pencerelerdir. Olasılıkla kuzey kısımdaki rampaları gözaltında bulundurmak için inşa olunan bu pencereler çeşitli yükseklikteydiler. Bu pencerelerden bakıldığı zaman büyük bir alan görülebilmektedir.

Kentin anıtsal kapısı hala ayaktadır. Kent, oldukça tatlı meyilli eski kent yolundan çıkılan tepenin üzerindedir. Yıkıntı yığını ve çalılıklar arasında birçok ev harabesi ve bunların arasında sokak izleri vardır. Bu binaların hemen yakınında yer alan başka küçük bir binanın güzel dekore edilmiş kapısı dikkati çekmektedir. Bu kapının diğer özelliği, bu bölgeye has şivesini ve alfabesini çok iyi şekilde günümüze aktaran bir yazıya sahip olmasıdır.

Kentin ayakta duran binaları arasında büyük bir kule ve bazı Bizans yapıları da dikkate değerdir. Kentin batı tarafının sonunda bir tiyatro ve bir odeon yer almakta; tiyatro, büyük bir kısmı tepeden kopan kayalarla yıkılmış durumdadır. Eski kaynaklara göre oturma kademelerinin sayısı 50'dir. Sahne binası ile orkestra kısmı yok olmuştur. Odeonun ise güneyindeki düzgün duvarları ayaktadır. Ayrıca tiyatronun ortasında şiddetli bir depremin meydana getirdiği büyük bir yarık göze çarpar. Bu binaların doğusunda, birisinin tapınak olması olası bazı eski bina kalıntıları vardır.

Bunlardan birisinin doğu sütunu göze çarpar. Güney kentin çeşitli yerlerinde yeraltı sarnıçları vardır, Kentin nekropolü platonun batı tarafındadır. Nekropoldeki mezarların çoğu basit toprak mezarlar olup, burada görülen bazı düzgün taşların mezar taşları olduğu kabul olunabilir. Kentin stadyumu çok harap olmuş, ancak sınırları belirli, belirsiz bir haldedir.

 

Selge

Toroslar’ın güney yamaçlarında denizden 1250 metre yükseklikte kurulmuş olan Selge, Pisidya bölgesi dağ kentlerinden biridir.

Antalya-Alanya karayolu üzerinde Aspendos yol ayrımından 5 km. sonra dönen yoldan sonra, önce Beşkonak, ardından Antik Roma köprüsünün birleştirdiği kanyon vadinin aşılmasıyla güneydeki tepe üzerinde şehri koruyan kuleli surh duvarları kısmen görülebilir.

Şehrin ana giriş kapısı da bu bölümde bulunmaktadır. Duvarların kuzeyinde tepe üzerinde biri Zeus diğeri Artemis'e adanmış iki tapınak kalıntısı yer alır. Pazar yeri (agora), anıtsal çeşme binası (nymp-haeum), mezar alanı (nekropolis) ve Bizans dönemine ait kilise Selge'nin seçilebilir diğer kalıntılarıdır.

 

Phaselis

Antalya Kemer Karayolu'nun 44. km.'sinden sola dönen yol, geniş ölçüde orman alanı içinde bulunan Phaselis Antik Kenti’ne ulaşır.

Kentin, Akdeniz'e uzanan küçük bir yarımada üzerinde İ.Ö. 6. yy'da Rodoslu kolonistlerce kurulduğu söylenir. Kuruluş efsanesinde kolonistlerin yöre halkına mısır veya kurutulmuş balık önerilerine balık isteği ile cevap verildiği anlatılır.

Coğrafi konumu önemli bir liman kenti olduğunu gösterir. Biri yarımadanın kuzeyinde, diğeri kuzeydoğuda, üçüncüsü ise güneybatı kıyısında yer alan üç limana sahiptir. Romalı coğrafyacı Strabon, orta limanın hemen gerisinde küçük bir gölün yer aldığından söz eder ki, bu alan bugün sazlık durumdadır. Limanları, agoraları ve şehir sikkeleri üzerindeki antik gemi betimlemeleri Phaselis'in ticari liman hüviyetini vurgular. Antik kent, özellikle gerisindeki ormanlarla kaplı Toros Dağları'nın kerestesini Akdeniz limanlarına sevk etmek için kurulmuş olmalıdır.

Ana hatları ile bölgenin tarihi kaderini paylaşan Phaselis, bazen Likya bazen de Pamfilya bölgesi şehri olarak gösterilir. Gerçekten her iki bölgenin sınırında yer almaktadır. Şehirde sırasıyla İ.Ö. 5. yy.'da Pers, 4. yy.'da Karya Satrabı Mausolos ve nihayet komşu şehir Lmyra'nın Kralı Perikles'in egemenlikleri görülür.

İ.Ö. 333'de Büyük İskender'in Makedonya'dan Hindistan'a uzanan seferinde bir süre Phaselis'de konaklaması, Phaselisliler'in İskender'i altın taçla karşılamaları, şehir tarihinin en renkli sayfalarındandır.Şehrin, bu devirde zambak yağı ve gülleri ile ünlü olduğu anlatılmaktadır. İskender'den sonra birçok kez el değiştiren Phaselis İ.Ö. 167'de Likya Birliği'ne üye olup birlik tipi sikkeler basar.

Bir süre komşu kent Olympos ile korsanların talanlarına maruz kalmasının ardından İ.Ö. 433'te Roma egemenliğine girer ki bu dönem şehirde yeniden yapılanma ve en az 300 yıl sürecek refahın başlangıcıdır. Şehir 129'da İmparator Hadrian tarafından ziyaret edilir. Güney limanından başlayan ana cadde girişinde tek kemerli anıtsal tak, bu ziyaretin anısına dikilmiştir.

Tarihçiler bu zengin dönemde şehrin zaman zaman Rodoslu gemicilerin getirmiş olabileceği sıtma salgını, zaman zaman da yaban arısı baskını nedeni ile sıkıntılı günler yaşadığından bahsederler. 5 ve 6. yy'lar şehrin Bizans egemenliğinde bulunduğu yüzyıllardır ki, Phaselis 451'deki Kadıköy Konsülü'ne katılan şehirler arasında yer alır.

7. yy'daki Arap akınlarından sonra 8. yy.'da şehirde yeni bir refah dönemi başlar. Son devir sur kalıntıları ve yapılar, bu dönemin inşa faaliyetleridir. Phaselis, 1158'deki Selçuklu kuşatmasından sonra gerek depremler ve gerekse Antalya ve Alanya limanlarının işlevlerinin artması ile önem kaybedip 13 yy. başlarında tamamen terk edilir.

Günümüze, çokluk Roma ve Bizans döneminin kalıntıları ulaşabilmiştir ki bunlar şehrin ana aksını oluşturan ve kuzey-güney limanlarını birleştiren ana caddenin her iki yanında sıralanırlar. Cadde; agora ile tiyatro arasında genişleyerek küçük bir meydan oluşturur. Meydanın güneydoğu köşesindeki basamaklar, tiyatro ve akropolise ulaşımı sağlarlar. Phaselis Tiyatrosu, akropolisin yamacına inşa edilmiş küçük boyutlu tipik bir Hellenistik devir tiyatrosudur. Roma döneminde sahne binasının eklendiği, Bizans'ta ise sahne binası duvarının, kısmen şehri koruyan yeni surların bir parçası olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Ören yerinin girişinden sonraki virajın sağında, şehrin en eski surlarıyla (İ.Ö. 3.yy.) tapınak veya anıtsal bir mezara ait olabilecek temel kalıntılarına rastlanır. Kuzey limanın arkasındaki yamaç ise; şehrin mezarlık alanıdır. Günümüzün en anıtsal kalıntıları ise otoparkın önündeki su kemerleridir.

Şehrin ihtiyacı olan su, kuzeydeki tepede yer alan kaynaktan getirilmekteydi.
Biri tiyatronun karşısında, diğer ikisi güney limana giden ana caddenin sağında olmak üzere şehirde üç agora bulunmaktadır. Tiyatronun karşısındaki agoranın içinde, bugün Bizans dönemine ait küçük bir bazilikanın kalıntıları yer alır. Şehrin diğer önemli iki kalıntısı ise yine şehir meydanındaki biri küçük diğeri büyük iki hamam kalıntısıdır.

Ankara Üniversitesi D.T.C. Fakültesi ve Antalya Müzesi'ninişbirliğinde yapılan kazılarda antik kentin gezimi oldukça rahat hale getirilmiştir.

 

Perge

Antalya şehir merkezinin 17 km. doğusundaki, Aksu bucağı sınırları içinde yer alan Perge, sadece bölgenin değil tüm Anadolu'nun en düzenli Roma dönemi kentlerinden biridir.

1947 yılından beri İstanbul Üniversitesi'nce yürütülen kazılar sonucu şehir merkezinin önemli anıtsal yapıları gün ışığına çıkarılmış ele geçen heykel buluntuları sayesinde Antalya Müzesi dünyanın en zengin Roma heykel müzelerinden birisi olma özelliğini kazanmıştır.

Perge, şehir planının ana hatlarını biri kuzey-güney, diğeri doğu-batı doğrultusunda iki ana cadde oluşturur. Kuzey-güney caddesinin ortasındaki su kanalı sıcak yaz günlerinde serinleme ve temizlik için antik şehircilik açısından bulunmuş en sağlıklı çözümdür. Aynı cadde üzerindeki dört adet mermer sütun ise üzerlerindeki kabartmalardan dolayı özel önem taşır. Kazılar sonucu oluşan bugünkü yerleşimde ilk ulaşılan kalıntı, anıtsal tiyatro binasıdır.

Yaklaşık 12.000 kişi kapasitesindeki yapı, sahne binasının zengin mermer dekorasyonu ile ünlüdür. Prof. Dr. Jale İnan ve ekibi tarafından 1985-1993 yılları arasında kazılmıştır. Yapıya ait İ.S. 2. yy'ın ortalarına tarihlenen mimari bloklar karşısında açık hava müzesi görünümündeki alandaki heykel buluntuları ise Antalya Müzesi'ndeki "Perge Tiyatrosu Salonu”nda sergilenmektedir.

Gerek mimari, gerekse heykel buluntularının mükemmelliği, Perge'nin heykeltraşlık konusunda kendine özgü çizgilere sahip bir ekol kent olduğunu vurgular. Tiyatronun kuzeyinde Anadolu'nun en iyi korunagelmiş stadyumlarından biri yer alır. Diğer Roma dönemi yapıları ise; ortasında yuvarlak bir tapınağın yer aldığı dikdörtgen planlı alışveriş merkezi, agora, birçok değişik planlı mekanlarıyla şehrin diğer sosyal merkezi hamam ile anıtsal çeşmelerdir.

Şehrin baş tanrıçası, kökleri Anadolu ana tanrıçasından gelen Artemis'tir. Adına inşa edilen ve birçok tarihçinin sözünü ettiği tapınak hala bulunamadığından tüm gizlerini de korumaktadır.

Şehir İ.S. 5 ve 6. yy'larda da önemli bir dini merkez olarak varlığını sürdürmüş, kalıntılar arasında yer yer görülebilen kilise ve bazilikalar bu dönemde inşa edilmişlerdir. Ayrıca kutsal kitap İncil'de, Aziz Pavlus'un Aksu Nehri'ni kullanarak Perge'ye ulaştığının yazılı olması, nehrin ve Perge'nin Hristiyanlığın kutsal nehir ve kentlerinden biri sayılmasını sağlamıştır. Şehir, İ.S. 7. yy'dan sonra depremler ve savaşlar nedeniyle tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır.

 

Patara

Şehir adının İ.Ö. 13. yy.’a ait Hitit metinlerinde geçmesi; Xanthos'un yanında Likya bölgesindeki en eski şehirlerinden biri olduğunu gösterir.

Kazıları Akdeniz Üniversitesi'nden Prof. Fahri Işık ve ekibi tarafından yürütülen Patara Antik Kenti, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Caretta'ların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olması ile de ayrı bir doğasal öneme sahiptir.

Bölgenin en büyük ve en işlek limanı olarak önemini hiçbir devirde yitirmeyen Patara'nın yazıt ve sikkelerde Likya dilindeki adı “Pttara” olarak geçer. Helenistik ve daha sonraki dönemlerde “Patara”, Arap kaynaklarında ise “Batara” olarak anılır.

Helenistik dönemlerde Tanrı Apollon'un kışlık kehanet merkezi Likya Birliği'nin üç oy hakkına sahip şehirlerinden biri, Bizans döneminde ise Aziz Nicholas'ın doğum yeri olarak ün yapmış kenti, kutsal topraklara giden hacılar bir uğrak limanı olarak kullanmışlardır.

Yaşamını 16. yy.'da Osmanlı Sultanı II. Beyazıt'a kadar sürdüren Patara bu önemini hiç şüphesiz Akdeniz ticaret yollarının üzerinde korumalı bir limana sahip olmasına borçludur. Genel olarak antik liman çevresinde odaklaşan kent merkezi, zamanla körfez ile doğudaki liman arasında kalan teraslara yayılmıştır.

Şehrin önemini yitirip terk edilmeye başlanması, limanın kum ve çamurla dolmasıyla ve 7. yy.'dan itibaren güney kıyılarına yapılan Arap akınlarına karşı kentin yukarılara kaymış olmasıyla açıklanabilir.

Patara, 1811-1812 yıllarında İngiliz Deniz Kuvvetleri'ne ait geminin kaptanı Beaufort tarafından yeniden bulunmasıyla tarih sahnesinden bir kez daha çıkmış, 1842 yılında ise C. Fellows ve arkadaşlarının bugün British Museum'da sergilenen Xanthos'un ünlü anıtlarını yükledikleri liman yine Patara olmuştur.

Xanthos vadisinin son şehri ve Likya'nın en büyük liman kapısı olan Patara, bugün Akdeniz'in en temiz sahillerinin kenarında kum ve çalılarla kaplı durumdadır. Deniz kumlarının doldurmasıyla denizle ilişkisi kesilen antik liman, bataklık ve göl halini almış, bataklıkta oluşan "ılgınlar" (Tamarix sp.) zamanla bölgenin kendine has bitkisi olmuştur.

Patara'nın genel görünümü diğer Likya kentlerinin özelliklerini göstermez. Her ne kadar erken dönemlere ait kalıntılar varsa da yapılar ve kent planı zamanla çok değişmiştir. Bugün ayakta kalan yapıların çoğu Roma-Bizans ve hatta Ortaçağ'a aittir.

Şehre ve günümüz kalıntılarına giriş görkemli ve çok iyi korunmuş bir Roma zafer takından yapılmaktadır. İ.S. 100'lü yıllarda bölge valisi adına inşa edildiği kitabelerinden anlaşılmaktadır. Takın batısındaki tepenin yamaçlarında,Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanır. Kentin en güney ucundaki Kurşunlu Tepe'ye yaslanmış olan tiyatro, Helenistik Dönem (İ.Ö. 2. yy.) özellikleri gösterir. Ancak İ.S. 1. yy.'ın ortalarında birçok Likya kentinde etkisini gösteren depremle yıkılmış ve yeniden inşa edilmiş olup, bugün büyük ölçüde plajdan gelen kumla doludur. Doğu girişindeki mükemmel kitabe İ.S. 147'deki onarım ve ekleri anlatmaktadır.

Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe şehrin genel görünümünün ve yörenin seyredildiği en güzel köşedir. Buradan şehrin diğer kalıntıları; Vespasian Hamamları, Korinth Tapınağı, anacadde, liman ve Hadrian dönemi ambarı rahatlıkla izlenebilir. Tepenin kuzeybatısındaki bataklığın arkasındaki tahıl ambarı (Granarium), 65*32 m boyutlarıyla Patara'nın günümüzde kalmış anıtsal yapılarından biri olup İmparator Adrian (117-138) dönemine tarihlenmektedir. Ambarın kentle direk ilişkisinin olmaması kente hizmet etmediğini, gemilerle gelen belki de kentte kışlayan buğdayın depolanmasında kullanıldığını göstermektedir.

Şehrin suyu yaklaşık 20 km. kuzeydoğusundaki İslamlar köyü yakınlarından, Kızıltepe yamacındaki kayalıktan getirilmiştir. Kaynakla şehir arasında, Fırnaz İskelesi'nin kuzeyindeki; "Delik Kemer" olarak adlandırılan bölüm ise su yollarının en anıtsal bölümüdür.

 

Olympos

Antalya'nın güney sahillerinde Phaselis'den sonra ikinci önemli liman kenti Olympos'tur.

Şehir adını, 16 km. kuzeyindeki Toroslar'ın batı uzantılarından biri olan 2375 m. yüksekliğe sahip Tahtalı Dağı'ndan alır. Özellikle küçük hamam; mevcut kalıntıları ile Roma hamamının ısıtma sistemini mükemmel açıklamaktadır. Tarihçiler, şehrin baş tanrıçasının savaşın ve bilgeliğinin tanrıçası Athena olduğunu yazarlar. Henüz yeri bulunmamış Athena Tapınağı ve diğer önemli yapıların, bugün ormanla kaplı akropol tepesinde yer aldıkları düşünülmektedir.

Görüntüleri ile Olympos adını almıştır ki tepeler yılın büyük bir bölümü karla kaplıdır.
Beydağları-Olympos Milli Parkı sınırları içinde yer alan şehre ulaşım, Antalya-Kumluca karayolundan güneye ayrılan iki sapaktan da mümkün olup gerek plajı gerekse ormanlık alanları ile Antalya'nın beğenilir günübirlik tatil alanlarından biridir.

Şehir, her ne kadar birlik üyesi olarak Likya Birlik Meclisi'nde üç oyla temsil edilmişse de günümüze dek Likya Uygarlığı'na ait herhangi bir ize rastlanmamıştır.

Antalya Müzesi'nce yürütülen küçük çapta kazı, onarım ve çevre düzenleme çalışmaları dışında günümüz kalıntıları, çokluk orman arazisi içinde ağaç ve çalılarla örtülü olup, Hellenistik, Roma ve Bizans dönemlerine aittir.

Olympos Limanı tarihte korsan yatağı olarak bilinir. Kilikyalı korsanların başı Zeniketes şehri üs olarak kullanmış, bu sayede Mitras kültü de şehre yerleştirilmiştir ki bu doğu kökenli Yaratıcı Işık Tanrısı kültüdür. Şehirdeki korsan egemenliği İ.Ö. 67'ye dek sürmüş., İ.S. 43'te kesin Roma egemenliğinin başlaması, yeni parlak bir dönemin debaşlangıcı olmuştur. Onarılan veya yeniden inşa edilen birçok yapı, demirci Tanrı Hephaistos (Vulcono) adına yapılan kutlamalar, İmparator Hadrianus'un (İ.S. 130) ziyareti şehir tarihinin Roma dönemine ait renkli sayfalarıdır.

Erken Hristiyanlık döneminde önemini koruyan şehrin Piskoposu Methodius, adından en çok bahsedilen kişidir. Olympos 4. yy.'dan itibaren yeniden korsan hücumlarına uğramışsa da 5. yy.'da Efes ve İstanbul konsüllerine katıldığı yazılı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Geç Hristiyanlık döneminde önemini yitirmeye başlayan Olympos 11 ve 12. yy.'larda Venedikli ve Cenevizli tüccarların ticari merkezi olmuş ancak bu aktivite 15. yy.'daki Osmanlı deniz üstünlüğüyle son bulmuştur.

Olympos'un günümüze kadar inmiş kalıntıları genellikle doğudan batıya doğru hızla denize akan bir ırmağın ağzında ve her iki yakasında yer alır. Antik önemde kenti ikiye bölen nehir yatağı bir kanal içine alınarak her iki yakası da iskele olarak kullanılmış ve köprü ile birbirine bağlanmıştır. Bugün köprünün bir ayağı yeride durmaktadır.Güney kıyıda, Helenistik döneminin çokgen örgülü duvarı ile yanındaki Roma ve Bizans onarımlara işaret eden bölümü görülmektedir. Nehir ağzına yakın bir yerde küçük ve dik akropolde geç dönemlerden kalan ve özellikle anlaşılamayan yapı kalıntıları yer alır. Irmağın güney kıyısındaki Helenistik temeli ve Roma onarımlı küçük tiyatro oldukça harap olup girişi dışında iyi korunmuş durumdadır.

Şehrin görülebilir diğer önemli yapısı ise ırmak ağzının 150. m.'sinde yer alan Tapınak Kapısı'dır. İon düzeninde küçük bir tapınağa ait olduğu mimari parçalardan, Roma İmparatoru Markus Aurellius (İ.S. 161) adına yapıldığı da kapı önündeki heykel kaidesinden anlaşılmaktadır. Hiç şüphe yok ki kalıntılar arasında en ilginci son yıllarda Antalya Müzesi'nce yürütülen kazılarla gün ışığına çıkarılmış olan “Kaptan Eudomus Lahiti”dir. Nehir ağzının hemen yakınındaki kayalığın oyuğunda yer alan lahitin uzun kenarındaki gemi kabartması; kaptanın adının yanında gemisinin şeklini vermesi açısından da büyük önem göstermektedir.

Olympos'un birkaç kilometre güneybatısındaki Çakaltepe olarak anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak alev çıkar. Özellikle geceleri çok etkileyici olan bu doğa olayı metan gazının asırlardır aynı noktadan yeryüzüne ulaşmasından başka bir şey değildir. Bu doğa olayı Likya'da yaşadığına ve soluğundan ateş püskürdüğüne inanılan Chimaira canavarı ile özdeşleşmiş ve bu sayede Bellerophontes efsanesine ev sahipliği yapmıştır.

Zamanla Demirci Tanrı Hepaistos'un kültür merkezi Roma ve Bizans dönemlerinde de dini merkez olarak kullanılan alanda yer yer orijinal blokları görülebilen kutsal yol ile alevlerin etrafındaki bir takım yapıların temellerini görmek mümkündür. İç duvarları yer yer freskolarla süslü Bizans Kilisesi ise alandaki en anıtsal kalıntıdır.

 

Myra

Bugünkü Demre ilçe merkezinde ve civarında yer alan Myra Antik Kenti, özellikle Likya dönemi kaya mezarları, Roma dönemi tiyatrosu ve Bizans dönemi Aziz Nichola Kilisesi ile ünlüdür.

Kaya mezarları, Likya yazılı kitabeler ve sikkeler, Myra'nın en azından İ.Ö. 5. yy'dan itibaren varlığını sürdürdüğünü gösterirler. Strabon'un verdiği bilgiye göre Likya Birliği’nin altı büyük kentinden biri olan Myra, Likçe yazıtlarda “Myrı” adıyla anılır. İ.S. 2. yy. Myra'nın büyük bir gelişmeye sahne olduğu dönemdir. Likya Birliği’nin metropolisi olan şehirde, Likyalı zengin kişilerin yardımları ile birçok yapı inşa edilmiş ve onarılmıştır.

Bizans döneminde ise Myra, dini yönden olduğu kadar idari yönden de önde gelen şehirlerden biri olup günümüze dek ününü Aziz Nicholas'ın İ.S. 4. yy.'da şehrin piskoposu olmasına ve ölümünden sonra aziz mertebesine ulaşıp adına kilise yapılmasına borçludur. Myra, 7. yy.'dan itibaren gerek deprem, su baskını ve Myros çayının getirdiği alüvyonlar, gerekse Arap akınları sebebiyle önemini yitirip 12. yy.'da köy hüviyetine dönüşmüştür.

Günümüz kalıntılarını, akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro ile her iki yanında yer alan kaya mezarları oluşturur. Yapılan araştırmalara göre bugün oldukça sağlam durumda olan Roma dönemi surlarının dışında Helenistik hatta İ.Ö. 5. yy'a tarihlenen sur kalıntılarına akropol tepesi ve çevresinde rastlamak mümkündür.

Akropolün güney eteğinde yer alan tiyatro, gerek oturma sıraları gerekse sahne binası ile iyi korunmuş bir Roma dönemi tiyatrosunun özelliklerini yansıtır. Sahne binası ikinci katın yarısına kadar ayaktadır ve seyircilere bakan yüzü bir mimari fasad oluşturacak şekilde sütun ve nişlerle süslenmiştir.

Tiyatronun hemen iki yanında, kabartmalı veya düz kaya mezarları yer alır. Likyalılar’ın ahşap ev mimarisinin kaya mezarlarına en iyi uyarlanmış örnekleri olan Myra mezarlarından, içinde ölüyü ve yakınlarını betimleyen kabartmalı mezar, en ilginç örneklerden biridir. Ayrıca yine kabartmalı veya kitabeli bir çok kaya mezarı, kayalığın güneye bakan yüzünde üst üste veya yan yana sıralanmaktadır.

Tiyatro yakınındaki şehir merkezine giderken yolun solundaki hamam kalıntıları ise Roma dönemi tuğla mimarisinin erken ve ilginç örneklerini oluştururlar. Şehrin su ihtiyacı, Demre Deresi’nin aktığı vadi kenarındaki kaya yüzüne açılmış kanallarla karşılanmaktaydı.

Şüphesiz şehrin ilginç anıtsal kalıntı temelleri 5. yy'da yapılmış şekliyle günümüze ulaşmış olan Noel Baba Kilisesi olarak da anılan Aziz Nicholas Kilisesi'dir. Kazı ve onarım çalışmaları Hacettepe Üniversitesi'nce yürütülen kilisenin yer yer iyi korunmuş mimari, duvar resmi ve mozaikli mekanları her yılın 5 Aralık günü birçok ülke temsilcisinin katıldığı Noel Baba Festivali’ne ev sahipliği yapmaktadır.

 

Kekova

Kekova; Üçağız (Teimiusa) ve Kale (Simena) köylerinin karşısında uzanan 7.4 km. uzunluk ve yaklaşık 500 m. genişliğinde ince uzun bir adadır.

En yüksek tepesi 188 m. karşısındaki anakara ile arasındaki kanal görünümündeki denizin derinliği ise 105 m.’dir. Kekova adı son yıllardaki güncelliğinden dolayı turizm ve korumacılık alanlarında da sıkça kullanılır olmuş, Çayağzı'ndan (Andriake) yapılan tekne turları "Kekova Turu" olarak anılmaya başlamış, daha da önemlisi ada ve çevresindeki arkeolojik doğal koruma alanları "Kekova Sit Alanı" olarak adlandırılmıştır.

Ada, hiçbir zaman karşısındaki iki küçük liman gibi kent özellikleri taşımamış, daha çok iki kenti perde gibi Akdeniz'e karşı koruyup denizcilerin sığınak, gemi inşaa ve onarım üssü olarak kullanılmıştır. Bu çevrede bugün "Batık Kent" olarak adlandırılan adanın kuzeybatı kıyılarındaki kalıntılar en az İ.Ö. 5. yy.'dan beri ticari ve askeri üs olarak kullanılmış olan Kekova'nın en renkli köşesidir. Tersane koyu ise hem yüzülebilecek tek yer hem de Bizans dönemine ait bazilika apsisi ile arkeolojik kalıntıların en yoğun olduğu alandır.

Yakınındaki batık kent olarak anılan köşede genellikle ana karaya oyulmuş yerleşim kalıntıları ve su içindeki temeller yer alırlar ki orijinal durumlarını canlandırmak için taşın yanında ahşap mimarinin de yoğun olarak kullanıldığını unutmamak gerekir. Sadece bu köşedeki yapıların batmış olması büyük bir ihtimalle deprem sonrası adanın bu köşesinden ana karaya doğru yatmasıyla açıklanabilir.

 

Iotape

Adını Kommagene Kralı 4. Antiochus'un (İ.S. 3-72) karısı Lotape'den alan antik kent, Alanya-Gazipaşa karayolunun 33. km.'sinde yer alır.

İmparator Trajan'dan Valerian'a kadar kent kendi adına sikke basmıştır. Kalıntılar, Roma ve Bizans dönemi özellikleri taşımaktadır. Denize doğru uzanan yüksekçe bir burun, kentin akropolü durumundadır. Surlar, kentin bu bölümüne kale görünümü vermektedir. Yapılar, oyuldukça tahrip olmuştur.

Akrepolün karaya bağlandığı vadide, doğu-batı yönünde uzanan liman caddesi yer almaktadır. Caddenin her iki yanında üç basamaktan oluşan krepis bulunduğu ve yer yer bunların arasında heykellerin durduğu kaidelerinden anlaşılmaktadır. Heykellere ait yazılı kaideler kentin başarılı ve hayırsever vatandaşları hakkında bilgiler içermektedir. Akropolün doğusunda bulunan koyda, üç nefli, dikdörtgen planlı bir bazilika yer alır.

Kentteki, tek nefli küçük bir kilisenin nişi içerisinde oldukça tahrip olmuş freskonun izlerini görmek mümkündür. Freskoda H.G. Stratelates betimlenmiştir. Kentin günümüze kadar gelebilmiş yapılarından birisi de hamamdır. Hamama ait kanalizasyon sistemi halen görülebilir.

Antik kentin ortasından geçen modern yolun güneyinde 8*12.5 m. ölçüsünde bir tapınak kalıntısı bulunmaktadır. Iotape Antik Kenti’ne ait nekropol, kuzey ve doğudaki tepeler üzerindedir. Nekropolde anıt mezarların yanı sıra, tonoz örtülü küçük mezar yapıları da yer almaktadır.

 

Arykanda

Antik kent; Elmalı-Finike karayolunun tam ortasında, Arif Köyü yakınında, Aykırıçay'ın (Antik Arykandos Nehri) batı yamacında yer alır.

Kazıları Ankara Üniversitesi'nden Prof. Cevdet Bayburtoğlu ve ekibi tarafından yürütülmüş olan Arykanda’nın adının filolojik açıdan yerli Anadolu dilini yansıtması, bölgenin en eski şehirlerinden biri olduğunu gösterir. Ancak buluntulara dayanarak şehir tarihini İ.Ö. 4. yy'dan önceye götürmek güçtür.

Limyra Kralı Perikles dönemine ait sikkeler, ele geçen en eski belgedir. Bu duruma göre Arykanda'nın bir süre egemenliğinde kalmış olması ve İskender ile birlikte el değiştirmiş olması gerekir.

İskender'den sonra bölgenin diğer şehirleri gibi Ptolemaioslar’ın, ardından Seleukoslar’ın eline geçtiği, Apemea (Dinar) barışından sonra ise Rodos'un kontrolüne girdiği bilinmektedir. İ.Ö. 2. yy'da Arykanda'nın Likya birliğine dahil bir şehir olarak sikke bastığını görüyoruz. İ.S. 43'te İmparator Klaudius'un Likya Birliği’ne son vermesi ile Roma'ya bağlanmıştır. İ.S. 2. yy'da Arykanda isminin çeşitli kaynaklarca çokça anıldığı bir dönemdir. İ.S. 240 yılında büyük depremden sonra kısmen onarılan şehrin, Bizans egemenliği sırasında "Akalanda" adıyla anıldığı bilinmektedir. Kalıntı ve Bizans kaynaklarına dayanarak 11. yy'a kadar varlığını bildiğimiz Arykanda'nın bu tarihten sonra yer değiştirmiş olması ve bugünkü karayolunun güneyine taşınmış olması mümkündür.

Teraslar halinde bir yerleşim gösteren şehrin, en üst terasında stadyum yer almaktadır. Tek uzun kenarlarında oturma sıraları yer almakta, diğer uzun kenar yamaca açılmaktadır. Bu alttaki terasta, bölgenin ufak fakat en iyi korunmuş tiyatrosu, en alttaki terasta ise Agora ve meclis binası yer alır. Şehrin özellikle "doğu nekropolü" olarak isimlendirilmiş mezar alanı, bir çoğu ayakta kalmış anıt mezarlarla dikkati çeker. Birbirine teras görevi gören anıt mezarların tümü İ.S. 2 yy'a ait olup bunların altındaki terasta çatı hizasına kadar ayakta kalmış hamam, şehrin iyi korunagelmiş yapılarından biridir. Şehrin su ihtiyacı, büyük bir beceri ve su mühendisliği örneği gösteren tesislerle sağlanmıştır. Aykırıçay'ın çıktığı yerde sarp kaya yüzeylerine oyulmuş dört ayrı seviyedeki kanal, şehre su getiren sistemin ana hatlarını oluşturur.

 

Antiphellos (Kaş)

Kaş, gerek sivil mimari örneklerini yansıtan kent dokusu, gerekse arkeolojik kalıntıları ile Antalya'nın eski ile yeninin iç içe yaşadığı turistik ilçelerinden biridir.

Kaş karşısındaki Meis Adası sayesinde Türkiye ile Yunanistan'ı en çok yakınlaştıran köşelerden biridir. Son yıllarda düzenlenen eski liman küçük kapasitede de olsa Akdeniz yatçılarının güvenli bir uğrağıdır. Antalya'dan karayolu ile ulaşımı oldukça rahattır.

Şehir adı Likya dilinde yazılmış kitabelerde ve sikkeler üzerinde Habesos olarak geçer. Likya Birliği’ne üye kentlerden biri olup, kuzeyindeki Fellos kentinin limanı olduğu ve en az İ.Ö. 6. yy'dan beri yaşamını sürdürdüğü bilinmektedir. Şehir, Helenistik dönemde oldukça gelişmiş Roma döneminde ise önemli bir liman kenti olmuştur.

Antik şehir, kısmen bugünkü şehrin altında, kısmen de doğu-batı doğrultusunda uzanan yarımada üzerinde bulunmaktadır. Dikdörtgen taş işçiliği gösteren Helenistik sur kalıntıları, yarımadanın başladığı kesimde ve Meis Adası'na bakan yüzde görülür. Surların limana yaklaştığı yerde, bugün camiye dönüştürülmüş kilisenin güney-batısında, hangi Tanrıya ait olduğu bilinmeyen tapınak kalıntıları yer alır.

Kaş'ın en iyi korunmuş antik kalıntıları olarak tiyatro ile mezarları sayılabilir. Yarımadanın yüksekçe yerinde 26 oturma sırasıyla denize bakan ve çok güzel taş işçiliğine sahip olan tiyatro, tipik Helenistik tiyatro özelliklerine sahip olup, sahne binası yoktur.

Tiyatronun kuzeydoğusunda ana karaya oyularak yapılmış, 24 kadın kabartmasının bulunduğu mezar odası yer alır. Kadınların ve cephe süslemelerinin şekli İ.Ö. 4. yy'a tarihlenmektedir.

Çarşı içinde iki basamaklı kaidesi, aslan başı şeklinde taşıma çıkıntıları ve Likya dilinde yazılmış kitabesi bulunan İ.Ö. 4. yy'a ait bir diğer anıt mezar bulunmaktadır. Şehrin gerisinde yamaçta yer alan kayaya oyulmuş mezarlar ise gerek cephe işçilikleri gerekse yazıtlarıyla Likya kaya mezarlarının güzel örneklerini oluştururlar.

Bunlardan başka; limanın çevresinde su içinde ve kıyıya yakın daha geç devirlerde yapılma Likya tipi lahitler, şehrin günümüze kalabilmiş diğer anıtlarıdır.

 

Side

Antalya-Alanya karayolunun 72. km.'sinden güneye dönen yol, 6 km. sonra sizi günümüzün en tanınan turizm merkezlerinden Side'ye ulaştırır.

Side güncelliğini şüphesiz 1947 yılında İstanbul Üniversitesi’nden merhum Prof. Dr. Arif Müfit Mansel ve ekibince aralıklarla sürdürülen kazı ve onarımlarla gün ışığına çıkan Roma İmparatorluğu kalıntılarına borçludur.

Side'nin Akdeniz'e uzanan küçük bir yarımada üzerinde İ.Ö. 7. yüzyılda Batı Anadolu’da yaşayan Kymeliler (Bugünkü Aliağa) tarafından kurulduğu söylenir. Ancak şehri kurdukları iddia edilen Kymeliler’in zamanla kendilerini unutarak Side dilini kullanmaya başlamaları kuruculuktan çok güneye göçü ve yerli halka karışımı işaret eder. Şehirde kullanılan yerel dile göre Side; “Nar” anlamına gelmektedir ki "Nar" Anadolu'nun bereket sembollerinden olup Roma İmparatorluğu dönemine dek şehrin sembolü olarak Side sikkelerinde kullanılmıştır. Şehrin tarihi kaderi, bölgeninkinden farklı değildir.

İ.Ö. 6. yy'da Lydia, 5.yy.'da Pers, 4. yy'da İskender, ardından da Hellenistik krallıkların egemenlikleri gözlenir. Şehrin en parlak dönemi İ.Ö. 1.yy.'da Roma ile ilişkilerin kurulmasıyla başlar. Bu parlak dönem İ.S. 3. yy'a kadar sürer. Side bu dönemde hem Akdeniz'in en önemli liman kenti ve en işlek esir pazarı, hem de kültür ve eğitim merkezi olmuş, bugün dahi ayakta olan görkemli yapılar bu dönemde inşa edilmiştir.

Şehir önemini 5. yy. sonunda kaybetse de, 10.yy'da tamamen terk edilene dek küçük bir Hristiyan kenti olarak hayatını sürdürmüştür. 10. yy'dan sonra gerek depremler gerekse savaşlar nedeniyle şehrin yanıp halkının Antalya'ya göç ettiği anlatılmaktadır. Bizans tarihçileri 10. yy’da Side'nin korsan yatağı olduğunu, Arap coğrafyacı İdrisi (1150) ise yangınlar sonucu terk edilen bu önemli liman kentinde yaşayanların Antalya’ya göçmesinden dolayı buranın "Yanık Antalya" olarak anıldığını söyler.

Side'de son yoğun yerleşim 1895 yılında Girit Adası’ndan göçen Türkler tarafından gerçekleşmiştir. Kalıntılar üzerindeki Selimiye adlı balıkçı köyü bugünkü çekirdeğini oluşturmuştur.

Bugün asfalt kaplı olan ve her iki yanında yer yer sütunlu galerinin izlenebildiği ana cadde, agora ve tiyatrodan sonra yarımadayı kat ederek limana ulaşır. Akdeniz'in en işlek limanlarından biri olan Side, bu yoğun işlerliğinden dolayı sık sık dolup kirlenmekteydi ki temizlenmesi şehirlilerce yürütülen zor işlerden biri kabul ediliyordu. Zamanla bu güçlük yörede bütün güç işler için kullanılan "Senin işin Side Limanı’na dönmüş" özdeyişinin doğmasına neden olmuştur.

Agoranın karşısındaki onarılmış hamam kompleksi günümüzde Side Müzesi olarak kullanılmakta, kazılarda ele geçmiş tüm buluntular değişik mekanlarda sergilenmektedir. Side Tiyatrosu tipik Roma devri özellikleri gösterir. Yaklaşık 15.000 kişilik kapasiteye sahip olup onarım çalışmaları devam etmektedir. Anıtsal girişin önünde küçük boyutta tiyatronun tanrısı Diansos'un tapınağı yer alır.

Bugün alışveriş merkezi halini almış olan ana caddenin sonundaki limanın batısında yer alan iki tapınak şehrin en anıtsal Roma dönemi yapılarıdır. Kısa kenarlarında 6, uzun kenarlarında 11 sütunla çevrelenmiş olan tapınaklarından biri Athena, diğeri ise Apollon'a ait olup Apollon Tapınağı’nın 6 sütunu Prof. Dr. Jale İnan ve ekibinin inanılmaz gayretleri ile yeniden ayağa kaldırılmıştır. Tapınak alanı gerisindeki kemerli ve devşirme malzemeli kalıntılar ise Bizans dönemi bazilikasına aittir.

 

Termessos

Orman içinde korunan ören yerlerinin en çarpıcılarından biri olup aynı adı taşıyan milli parkın içinde yer alır.

Beydağları-Termessos Milli Parkı; bitki örtüsü ile bölgenin botanik, yaban keçisi sürüleri ile de açık hayvanat bahçesi görünümündedir. Antalya-Korkuteli karayolunun 24. km.'sinden sola tırmanan özel yolla 1050 m. yükseklikte Güllük Dağı'ndaki kalıntılara ulaşılabilir.

Şehrin kalıntıları, Antalya-Korkuteli yolu üzerindeki Yenicekahve yakınında bulunan Hellenistik devir suru ile başlar ve Güllük Dağı’nın zirvesine kadar devam eder. Otoparktan sonra şehre tırmanan patika takip edildiğinde, sağ yanda İmparator Hadrian devrinde yapılmış İyon düzenindeki tapınağın basamak ve anıtsal girişine rastlanır, aşağı şehir surları ve su kayağının bulunduğu alanda güneye doğru tırmanmaya devam edilirse, solda yer yer birinci katı ayakta kalmış Gymnasium'a ulaşılır. Birçok oda ve salondan oluşan yapının güneybatısında arkalarında dükkanlar bulunan sütunlu cadde yer alır ve hemen yakınında kanalizasyon şebekesinin mükemmeliğini gösteren kanallar hala görülebilir.

Düzlüğe çıkıldığında, orman gözetleme noktasına giden patikanın solunda şehrin birçok resmi yapısının bulunduğu alana ulaşılmış olur. Düzlükteki ilk kalıntı agoraya aittir. Batısındaki portiko veya stoa, II. Attalos zamanında (İ.Ö. 159-138) inşa edilmiş olup dor düzenindedir.
Agoranın doğusunda, yamaca yaslanmış olan ve Antalya Körfezi'ni görebilen konumdaki tiyatro yer alır. Hellenistik devirde yapılmış olup Roma devrinde onarılıp sahne binası eklenmiştir. Tiyatronun yaklaşık 100 m. güneybatısında çatı yüksekliğine kadar ayakta duran meclis binası bulunmaktadır. Agoranın doğusundaki düzlükte ise birbirine geçişli 5 adet sarnıç, derinlik ve genişlik açısından benzersizdir.

Şehrin güneybatısında, "Kurucunun Evi" olarak isimlerinden Roma tipinde fevkalade güzel bir villanın kalıntıları yer almaktadır. Cephe duvarı dor düzeninde olan ve 6 m. yüksekliğe erişen yapı, kapısının sol tarafındaki kitabeden dolayı 'Kurucunun Evi" adını almıştır. Termessos çok sayıda tapınağa ve çok geniş mezarlık alanlarına sahiptir. Mezarlarının çeşitliliği ve bezemeleri oldukça zengindir. Bunlardan Büyük İskender döneminin önemli komutanlarından Alketas'ın mezarı (İ.Ö. 319) ve diğerleri, şehir tarihine ışık tutmaları açısından da önemlidirler.

 

Xanthos

Xanthos kenti, birçok önemli özelliklerinin yanında tarihi en çok acılarla dolu kent olarak bilinir. Tarihçiler, kentin birçok kez yerle bir olduğunu veya yandığını fakat yeni şehrin küller arasından yeniden yeşerdiğini yazarlar.

Fethiye-Kaş karayolu üzerinde Fethiye'ye 46 km. uzaklıktaki Kınık Köyü'nde yer alır. Şehir; Xanthos Nehri (Bugünkü adı Eşen Çayı) kenarındaki ovaya hakim iki tepe üzerinde kurulmuştur. İlki Eşen Çayı'nın kenarından sarpça bir kayalık şeklinde yükselen surla çevrili Likya akropolü; ikincisi ise kuzeydeki daha yüksek ve geniş olan Roma akropolüdür.

Likya'nın başkenti olan Kanthos'un adı, Likya yazısı ile yazılmış kitabelerde “Arnna” olarak geçer. Homeros, Sarpedon yönetimindeki Xanthoslular’ın Troya savaşlarına katıldıklarını yazar ki bu olay şehrin en eski yazılı tarihine işaret eder.

Şehir, İ.Ö. 546'da Pers kumandanı Harpagos tarafından kuşatılır. Xanthoslular’ın kahramanca karşı koyup direnmelerine rağmen çaresiz duruma düştüklerinde, kadın ve çocuklarını öldürüp şehri ateşe vererek insansız ve harap bir şehri Harpagos'a bırakırlar. Bu toplu intihardan o sırada şehirde bulunmayan 80 aile kurtulur ki şehirlerini, yeni gelen göçmenlerle yeniden kurarlar.

İ.Ö. 475-450 arasında Xanthos, bu kez yangın felaketi ile karşılaşır. Kazılarla da belirlenen bu yangın katından sonra şehir büyük bir gelişme göstererek batı dünyası ile özellikle de Atina ile sıcak ilişkiler kurar.

Büyük İskender'in seferi sırasında Xanthoslular Pers Harpagos'a olduğu gibi direnme göstermişler. İ.Ö. 309'dan itibaren Mısır Hanedanı Ptolemaioslar’ın, ardından birçok Likya şehri gibi Suriye Kralı III. Antiokhos'un egemenliğini kabul etmek zorunda kalmışlardır.

İ.Ö. 2. yy'da Likya Birliği’nin başşehri olan Xanthos, 42 yılında bu kez Romalı Brutus tarafından yerle bir edilmiş ancak ardından İmparator Marcus Antonius'un gayretleriyle yeniden imar görmüştür. İ.S. I. yy.'da Roma egemenliği altındaki Xanthos'ta İmparator Vespasianus adına tak yaptırılmış, günümüze kalmış Roma yapılarının çoğu bu dönemde inşa edilmiştir.

Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan Xanthos, bu dönemde birçok yeni yapıya kavuşmuştur. Ancak 7.yy'dan sonra Arap akınları şehrin terk edilmesine sebep olmuş, 1838'de yeniden keşfedilip talan edilmesine kadar yanı başındaki Kınık'ta ufak bir köy olarak yaşamını sürdürmüştür.

Şehirdeki kazı çalışmaları, 1950 yılından beri Fransız arkeologlar tarafından yürütülmektedir. Xanthos'un her iki akropolü de değişik örgü sistemlerinin görüldüğü sur duvarları ile çevrili olup Likya akropolünü doğudan çevreleyen poligonal teknikteki sur İ.Ö. 4. yy.'a aittir. Güney yönündeki sur ile Eşen Çayı tarafındaki surların bir kısmı, Hellenistik devirde yapılmış düzgün bloklardan oluşur. Geri kalan surlar harçlı duvarları ile Bizans dönemine aittir.

Bizans sur kalıntısının kuzeyindeki sahayı Roma devri tiyatrosu kaplar. Xanthos'un en ilginç kalıntıları, tiyatronun batısında yer alır. bunlardan ilki; yüksek dikdörtgen yekpare kaide üzerindeki ölü ailesi ile yanındaki kadın gövdeli, kuş kanatlı yaratıklar olan ve ölülerin ruhlarını gökyüzüne taşıdıklarına inanılan "Harpy" kabartmalarına sahiptir. Bugün orijinal blokları, British Museum'da sergilenen Harpy Anıtı, İ.Ö. 5. yy'a tarihlenmekte; bu anıt mezarın yanında 4. yy.'a ait diğer bir kaideli Likya lahdi yer almaktadır. Tiyatronun kuzeyindeki kare şekilli alan ise Roma devri agorasıdır. Agoranın kuzeydoğu köşesinde, yekpare dikdörtgen gövdesinde Likya yazısıyla yazılmış kitabeye sahip bir anıt mezar yükselir. Harp anıtına benzer kabartmalı mezar odasına sahip olduğu düşünülen anıtın gövdesindeki kitabe, günümüze dek bulunmuş Likya dilindeki en uzun kitabe olup, Kherei adlı Xanthoslu prensin serüvenlerini anlatmaktadır. Roma akropolünde de birçok kaya mezarı ve kaideli mezarı yan yana görmek mümkündür. Bunlardan, kaidesi dışında tümü British Museum'a taşınmış olan İ.Ö. 4. yy'a ait Payava lahdi en ünlü olanıdır. Xanthos'un diğer ünlü anıtı ise yine British Museum'da sergilenen Nereidler anıtıdır. Günümüz kalıntılarına çıkan rampanın sağ kenarında sadece temelleri kalmış olan tapınak planlı anıt, sütunları arasındaki su perileri Nereidler’in heykellerinden dolayı bu adla anılmakta olup, İ.Ö. 4. yy'a aittir.

 

Aspendos

Aspendos, sadece Anadolu'nun değil tüm Akdeniz dünyasının en iyi korunagelmiş Roma dönemi tiyatrosuna sahip olmasıyla ünlüdür.

Antalya-Alanya karayolunun 44 km.'sinden kuzeye dönen yolun 2. km'sinde yer alan şehir, bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay (Antik Eurymedon) yakınlarındaki tepe düzlüğünde kurulmuştur.

İ.Ö. 5. yy'da basılmış sikkelerinde adı Estvediys olarak geçer. Anadolu kökenli bu ad şehrin çok eskilerde yerleşim gördüğünün kanıtıdır. Akdeniz ile ulaşımını ve gelişmesini yakınındaki nehre ve dolayısıyla çevresindeki bereketli topraklara boçlu olan Aspendos'ta bugün çoğunlukla tiyatro ve su yolları ziyaret edilir. Şehre ait diğer yapıların kalıntıları ise tiyatronun yaslandığı tepenin düzlüğünde yer alır ki, son yıllarda düzenlenen patika ile ulaşım sağlanabilmiştir.

Aspendos Tiyatrosu, gerek mimari özellikleri gerekse iyi korunagelmişliği ile Roma devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Her ne kadar otuma sıralarının (auditorium) alt bölümünün şehrin kurulduğu tepenin doğu yamacına yaslanması daha eski mimari gelenekleri yansıtsa da üst bölümün kemerler üzerinde serbest yükselmesi, sahne binası ile auditorium arasındaki mimari uyum, yarım daire planlı auditorium yan girişler (parados) üstünün kapalı olması ve yan duvarların auditoriuma paralel konumda bulunması salt Roma tiyatro mimari özellikleridir. Altlı üstlü iki bölümden oluşan oturma sıraları diazoma adlı yatay geçişle birbirinden ayrılır. Tüm auditorium altta 21, üstte 20 olmak üzere toplam 41 oturma sırasına sahiptir.

Yan ana girişlerin (parados) üzerinde, şehir seçkinlerinin oturduğu localar yer alır. Auditoriumun en üst sırası 58 sütun ve kemerden oluşan bir galeri ile çevrelenmiştir. Devrinin en görkemli yapılarından biri olan Aspendos Tiyatrosu 15-20 bin kişi alabilmekteydi. İmparator Marcus Aurelius devrinde (İ.S. 161-180) yazıtlardan Cuitius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Üst galerilerdeki, girişteki ve sahne binasındaki onarım izlerinden Selçuklular devrinde de onarıldığı anlaşılan tiyatro günümüzde de kullanılır haldedir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1930 yılında ziyaret edip "Onarılıp yeniden kullanılması" için direktifler verdiği Aspendos Tiyatrosu, Kültür Bakanlığı organizatörlüğünde kendi adıyla anılan "Opera ve Bale Festivali"ne her yılın yaz aylarında ev sahipliği yapmaktadır.

Tiyatronun yanında şehrin ziyaret edilebilir en önemli kalıntıları su yollarıdır. Aspendos su yolu sistemi antik su yollarının günümüze dek korunagelmiş en iyi örneklerinden biridir. Genel görünümü yaklaşık 1 km. uzunluğundaki kuzey güney konumlu kemerli köprünün her iki ucundaki su basınç kuleleri oluşturur. Kuleler, bulundukları aks üzerinde kuzeyde 5, güneyde 50 derece sapma gösterirler.

Tiyatronun yaslandığı, yer yer su duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binasıile son yıllarda Antalya Müzesi'nce yürütülen kazılarla gün ışığına çıkarılan anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak, görülmesi gerekli kalıntılardır. Böylesine ufak ölçekte bir kent, tüm Akdeniz dünyasının en geçerli parasını basmasını ve anıtsal yapılarla donanmasını tabiidir ki ekonomisindeki rahatlığa borçludur.

Aspendos, Bizans ve Selçuk dönemlerinde varlığı sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda Selçuk dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zikzak desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Özellikle Selçuklu sultanlarının konakladıkları kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin bir diğer ve en önemli nedeninin de bu Selçuklu onarım ve korumacılığına bağlamak yanlış olmasa gerektir.

Aspendos Tiyatrosu’nun bugüne kadar sağlam kalmasında tek neden Selçuklular’dır. Eğer Selçuklu Türkleri Aspendos Tiyatrosu’nu bir kervansaray olarak kullanmak için restore etmeselerdi, bu tiyatronun sahne binası ve üstteki revaklı galerisi de Perge ve Side Tiyatrolarında olduğu gibi muhakkak harap olacaktı.13. yüzyılda Selçuklular tarafından yapılan bu restorasyonda sahne binasının iç kısmı Selçuklu çinileri ile süslenmişti. Bu çiniler 1954 yılında yapılan tiyatro temizliğinde bulunmuş ve Antalya Müzesi’nin Etnografya Salonu’nda sergilenmeye başlanmıştır.

 

Seleukeia

Seleukeia, Büyük İskender'in haleflerinden Suriye Kralı I. Seleukos Nikator (İ.Ö. 321-280) adına kurulmuş 9 kentten biridir.

Side yönünden Manavgat şehir merkezine girmeden sola dönen yol 4 km. sonra Manavgat Şelalesi'ne, ardından da barajlar yönüne devam edip Şıhlar Köyü'nden Seleukeia Antik Kenti'ne ulaşır.

Kent, 1972-79 yılları arasında İstanbul Üniversitesi adına Prof. Dr. Jale İnan ve ekibi tarafından kısmen kazılıp, onarılarak gezilebilir hale getirilmiştir. Bu çalışmalar sayesinde gün ışığına çıkarılan iki Hellenistik mozaik buluntusu ile güncelliğini devamlı korumuştur.

Seleukeia, Toroslar'ın eteğinde güneyde eğimli bir dağ yerleşimi olarak kurulmuş ve sadece güneydoğu yönünden sur duvarlarıyla çevrilmiş olup günümüz kalıntılarının birçoğu Helenistik ve Roma dönemlerine aittir.

Seleukeia Antik Kenti buluntuları arasında en önemlisi hiç şüphesiz "Yedi Bilgeler Mozaiği" olarak adlandırılan ve yine Antalya Müzesi'nde sergilenen mozaiktir. Gerek işçilik ve renkliliği, gerekse Anaksagoras, Pythagoras, Demosthenes, Lykurgüs, Thukydides ve Salon gibi yedi ünlü düşünürün portlerini içermesiyle çok ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Agoranın güney ucundaki yarı daire planlı yapının meclis binası (bouleuterion) veya konser salonu (odeion), kuzeyindeki iyi korunmuş küçük yapınınsa tapınak kalıntısı olduğu anlaşılmaktadır.

 

Idebessos

Diğer Likya şehirlerine kıyasla ana yoldan oldukça uzakta bulunduğu için ulaşımı zor şehirlerden biridir.

Idebessos'a vasıta ile Finike-Elmalı karayolundan, Arif köyünün Çatallar mahallesini geçtikten sonra virajda kuzeydoğuya çıkılan yolu takip ederek ulaşmak mümkündür.

Idebesso, diğer Likya şehirlerinden farklı bir yerleşim gösterir. Bugün olduğu gibi antik çağda da çevrede çok az nüfusun barınmış olması şehrin düzlükte gelişmesine ve hemen yanı başındaki ufak yükseltinin etrafının surla çevrilerek bir bakıma emniyetli bir akropol elde edilmesine sebep olur. Çoğunluğu devşirme taşlardan yapılma sur içindeki hiçbir yapı, kesin olarak tanımlanacak durumda değildir.

Surun dışında, orman yolunun kenarında, sura göre kuzeybatı kısmında Likya bölgesinde inşa edilerek gerçekleştirilmiş küçük bir tiyatro bulunmaktadır. Orkestrası toprakla dolmuş olsa bile en çok 5-6 oturma sırasına sahip olabilecek tiyatronun kuzeyinde, planlı olduğu kadar Aquaduct'un ucunun yapıya bağlanması yüzünden hamam olması lazım gelen yapı kalıntısı bulunmaktadır. Biraz daha kuzeye doğru ilerlenirse ortaçağ bazilikasına ulaşılır.

Idebessos'u kuzey-güney doğrultusunda kesen orman yolunun kenarında şehire su sağlayan Aquaduct'un kalıntılarını da kuzeye doğru biraz yürünüldüğünde görmek kabildir.

Idebessos'un en ilginç yönü hemen çoğunluğu kitabeti ve köşeli "U" plan oluşturacak şekilde kertiklenmiş üç lahitten oluşan aile mezarlarıdır. Öyle ki; bu tür mezarların bazılarının kitabeleri sayesinde mezarlara gömülmüş olan ailenin soyağacını elde etmek mümkündür. Bununla birlikte çok az sayıda kabartmalı lahit bulunmaktadır. Bunlardan birinde kalkan ve mızrak tasvirini, diğer bir mezarda ise lahitin kaidesini oluşturan bloklarda yüksek kabartma olarak yapılmış boğaya saldıran aslan tasvirlerini görebiliriz. Kalıntıların büyük çoğunluğu Roma devrine aittir.

 

Rhodiapolis

İsmine Hekatios'ta rastladığımız Rhodiapolis, Opramoas vasıtasıyla birçok şehire yardım eden bir merkez durumunda olmakla birlikte kendi tarihi pek bilinmemektedir.

Kumluca'dan Korydalla yönüne yani kuzeybatıya gidildiğinde Hacıveliler köyüne ulaşılır. Daha sonra buradan orman içine giren patika yaklaşık bir saat takip edilerek çam ağaçları ile kaplı bir tepenin yamacındaki ören yerine varılır. Kalıntıların bulunduğu tepe, yöre halkınca "Eski Eser" olarak adlandırılmaktadır.

Şehir hakkında tek bilinen şey; en doğudaki Likya dili ile yazılı bir kitabenin Rhodiapolis'te bulunmasıdır. Bu yazıt, Likya hükümdarlık alanının sırrını tespit etmemize de yardım etmektedir.

Rhodiapolis, bugün tamamen orman içinde kalmış bir ören yeri olduğu için büyük ve belirli yapıların dışındaki kalıntıları teşhis etmek oldukça güçtür. Kalıntılar arasında büyük bir kısmı tahrip olmuş Bizans çağı yapıları çoğunluktadır. Şehrin aşağı yukarı ortasına isabet eden yerde, caveası doğal bir yamaca oyulmuş bir Roma dönemi tiyatrosu bulunmaktadır.

Duvarları tamamen kitabelerle dolu olan ve Opramoas'ın resmi ilişkilerinin sıralandığı 64 belgeden oluşan bir monumental yapı bu tiyatronun sahne binasının gerisinde yer almaktadır. 12 imparator mektubu, 10 proccurator mektubu ve 33'ü birlik toplantısına ait belgenin sıralandığı bu yazıtlı anıt, bugün harap durumundadır.

 

Limyra

Finike ilçesi, Turunçova beldesi, Yuvalılar köyü sınırları içinde yer alan Limyra'nın adı Likya dilindeki yazıtlarda "Zemuri" olarak geçer.

Şehrin en azından İ.Ö. 5. yy'dan itibaren varlığı söz konusudur. Ancak şehrin en aktif dönemi İ.Ö. 4. yy.'ın ilk yarısında Likya Kralı Perikles zamanıdır ki, bu dönemde Limyra, Likya'nın başkenti durumundadır.

Bölge ile ilgili tarihi kayıtlardan; Perikles'in Likya Birliği'ni oluşturmak ve egemenlik sahasını genişletmek için uğraştığı yıllarda Pers hakimiyetinin söz konusu olduğu, ancak bu hakimiyetin sadece sözde kalarak diğer şehirler gibi Limyra'nın da büyük bir serbesti içinde kaldığı anlaşılmaktadır. Perikles döneminden sonraki parlak devrini İ.S. 2. ve 3. yy.'larda yeniden yaşayan Limyra, zaman zaman depremler yüzünden zarar görse de yeniden onarılıp inşa edilmiştir.

Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olan şehir, 8. ve 9. yy.'larda Arap akını ile tahrip olup terk edilmiştir. 1970 yılından beri yapılan kazılarla değişik dönemlere ait gün ışığına çıkarılan buluntular hem bölge tarihini aydınlatmış hem de Antalya Müzesi'ne çok önemli buluntular kazandırmıştır. Limyra, Likya bölgesinin en çok kaya mezarına sahip kentlerinden biridir. Özellikle şehrin kuzeyindeki Toçak Dağı'nda gün ışığına çıkarılan İ.Ö. 4. yy.'a ait Kral Perikles'in anıt mezarı mimarisinin Xanthos'taki Nereidler anıtına benzemesi ve önemli parçalarının Antalya Müzesi'nin orta avlusunda sergilenmesi ile ayrı bir önem arz eder.

Günümüz köy yerleşimi ve kalıntılara ulaşan asfaltın hemen kenarında, İ.S. 141 yılında büyük bir onarım geiren tiyatro binası yer alır. Tiyatronun karşısındaki alanda ise İmparator Augustus'un manevi oğlu Gaius Sezar'ın İ.S. 4. yılında yapılmış anıtsal mezar yapısı bulunur. Bu yapıt, Gaius Sezar'ı Kudüs'ten Roma'ya dönerken Limyra'da ölmesi nedeniyle inşa edilmiştir.

Mimarisinin yanında, anıtı çevreleyen mermer kabartmaları ile ünlüdür ki, bunlardan Antalya Müzesi lahitler salonu köşesinde yer alan yüksek kabartma, Augustus dönemi realizmini sahnelemesi açısından mükemmel niteliktedir. Bunun dışında Ptelemaion adlı Hellenistik dönem anıtsal mezarı ve ona ait Antalya Müzesi'nde sergilenen plastik eserler, Limyra kazılarının son yıllarda ele geçmiş önemli buluntularıdır.

 

Sitemize hoşgeldiniz.
Antalya Akdeniz Sanayi Sitesinde faaliyet gösteren Hedef Kapak, yılların getirdiği tecrübe ile ev, ofis ve diğer alanlarda kullanılan mobilyalarınıza monte edilen; membran kapak, akrilik kapak, laminant kapak, alüminyum kapak ve 3D kapak imalatları ile üretici firmalara hizmet vermektedir. Tel: 0 242 226 33 34 / Fax: 0 242 226 33 35 / Gsm: 0 532 421 17 94 - 0 507 818 67 74